3 Ocak 2011 Pazartesi

Kitap Ehli

Allah’a hamd Rasulüne salat ve selam olsun.
Bismillah…
De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak(La ilahe illallah’a ) olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın.( Allah’ın helal kıldıgnı helal, haram kıldıgını haram kabul edelim. Din adamlarının heva ve heveslerine dayalı olarak çıkardıkları hükümleri reddedelim.) Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun biz Müslümanlarız".
Rasullerin davetinin temeli olan La ilahe illallah sözünün kisiye faydalı olması için, manasını bilmenin ve bu manaya göre amel etmenin gerekli oldugunu bildiren bu ayeti, Rasulullah arapça bilmeyen krallara gönderdigi mektuba yazdırmıstır. Çünkü bu ayette La ilahe illallah’ın manası ve bu manaya göre amel etmenin, bu manayı bozacak hareketlerden kaçınmanın geregi bildirilmistir. Arap müsriklerinin çogu La ilahe illallah’ın manasını bildikleri için Rasulullah onlara sadece bu kelimeyi söylemelerini istemistir. Onlar bu kelimeyi söylemekle ne gibi bir sorumlulugun altına imza atacaklarını bildikleri için çogu bundan yüz çevirmistir.
Al-i İmran 64
وقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلّم فِي حَدِيثهِ الشَّريف
"Ehl-i Kitap'a bir şey sormayınız. Çünkü onlar sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. Eğer siz böyle yaparsanız, ya batıl sözü doğrular ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah'a yemin olsun ki, eğer Musa bile hayatta olsaydı O'nun bile bana tâbi olmaktan başka yapacağı bir şey yoktu".
·         Ahmed bin Hanbel, Müsned, III. 338 b- İbni Kesir Tefsirin Kuran-il Azim, I- 386 c- ed Dürrül Mansur, II- 85 d- Alûsî, Ruhu'l Meanî III- 210.
Ehl-i Kitâb nedir?
Ehl-i kitâb Farsça terkîbinin, yahut ehlu'l-kitâb Arapça terkîbinin lûgat mânâsı "kitap ehli, kitaplı, kitaba bağlı olanlar" demektir. Dînî bir terim olarak ehl-i kitabın mânâsı konusunda İslâm müctehidleri farklı görüşlere sahiptirler. Hanefîlere göre, sonradan bozulmuş, değiştirilmiş bile olsa aslı itibarıyla ilâhî olan, vahye dayanan bir kitaba iman eden kimseler ehl-i kitaptır. Buna göre yahûdîler ve hıristiyanlar ehl-i kitap oldukları gibi, Hz. İbrâhîm'e, Hz. Dâvûd'a gönderilen kitaplara iman edenler de ehl-i kitap içinde yer almaktadırlar. Diğer müctehidlerin çoğuna göre ehl-i kitaptan maksat, yalnızca yahûdîler ile hıristiyanlardır.
İnsanların bir kesimine kitap ehli, kitaplı denmesinin en belirgin sebebi "Kitâb"a verilen önemdir. Burada kitaptan kastedilen, Allah Teâlâ'nın, peygamberleri vasıtasıyle kullarına gönderdiği bilgiler ve sözler bütünüdür. Kitâbın önemi, aklın yetişemediği konularda insanlara doğru bilgi veren, hak yolu gösteren tek kaynak olmasından gelmektedir. Tarih boyu geçirilen tecrübeler göstermiştir ki, yalnızca akıl ve vehim kaynağına dayalı bulunan dinler, hak dinden en uzak, dolayısıyla "Allah, âhiret, ibâdet, helâl-haram..." konularında en fazla yanlış ve sapıklığı ihtivâ eden dinler olmuştur. İlâhî vahiy mahsûlü olan bir kitaba dayanan dinler ise, zaman içinde kitapların aslı kaybolduğu, bunlara insanlar tarafından ilâveler yapıldığı veya bazı kısımları çıkarıldığı için değişmiş bile olsa, hak dîne en yakın dinler olmuştur. Ayrıca bu dinlerin tâbîleri de gerçek dîne iman konusunda daha yatkın olagelmişlerdir. Bu son hüküm tartışmaya müsait ise de, kitaplı dinlerin, diğerlerine nisbetle hak dîne daha yakın bulundukları, arada önemli ölçüde ortak noktaların bulunduğu şüphesizdir.
Vahye dayanan dinler içinden, geldiği gibi duran, kitabı tahrif edilmemiş, kendisi bozulmamış tek din İslâm'dır.
Diğer dinlerin kitapları geldiği gibi korunamamış, kendileri de, mensupları tarafından haksız ve yetkisiz olarak önemli değişikliklere uğratılmışlardır.Ehl-i Kitap, Peygamberimizi (asv) kabul etmediklerinden "kafir" sayılmakla beraber, "Allah'ı inkar eden" anlamında kafir değillerdir.
Kur’an da ehl-i kitap?
Kur'an bu terimle müşriklerden ayırt etmek İçin kutsal kitaplara(Tevrat, Zebur ve İncil) İndirilmiş bulunan Yahudi ve Hıristiyanları kast eder. Bu kitaplar tahrif edilmiş olmakla beraber, içlerinde vahye dayanan hakikat ve hikmetler de bulunma ihtimalinden dolayı İslam, onlara inanan Yahudi ve Hıristiyanları, müşriklere nispetle ayrıcalıklı bir konuma oturtmuştur.
Gerçek müşrik, Allah'ın birliğine, eşsiz ve benzersiz oluşuna iman etmeyen, tam aksine Allah'ın birden fazla olduğuna iman eden kimsedir. Müşrikler genellikle kâinattaki tasarrufları, inandıkları birden fazla tanrı arasında paylaştırır, ibâdetlerini de buna göre yaparlar. Kitaplıların şirke düşmeleri ise, Allah'ın sıfatları, fiilleri ve yarattıkları konusunda hatâ etmelerinden, yanlış yorumlar yapmalarından, tevhîdi parçalamalarından kaynaklanmaktadır. Meselâ hıristiyanlar, Hz. Îsâ'ya ve Rûhu'l-kuds'e ulûhiyetten nasip vermiş, "baba-oğul-rûhu'l-kuds" üçlüsünü tanrı bilmiş, ama bunun da bir olduğunu iddiâ etmişlerdir. Bu da bir nevi şirktir; ancak yukarıdakine kaba, açık ve kaynağından şirk; buna ise ince, gizli ve kaynaktan sapılarak düşülmüş şirk diyebiliriz.
 İslam müşriklere yapılanların aksine, İslam İdaresine itaat eden Yahudi ve Hıristiyanları, cizye ve haraç karşılığında, kendi ibadetleriyle serbestçe meşgul olmalarına izin vermiştir.
"Ehl-i Kitaptan Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Rasulünün haram kıldıklarını haram kabul etmeyen ve Hak dini din olarak seçmeyenlerle, onlar zelil vaziyette kendi elleriyle ‘cizye’ verinceye kadar savaşın." (Tevbe suresi, 29)
Kur'an'ın belirttiği gibi, "ehl-i Kitabın hepsi bir değildir" (Al-i İmran suresi, 113). Onların hepsini aynı kategoride görmek, Kur'ani ve tarihi realiteye muhaliftir.
“Kitap Ehli'nden bir topluluk vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar. Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. Onlar hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yoksun bırakılmazlar. Allah, muttakileri bilendir. “(Al-i İmran Suresi, 113-115)
Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i İmran Suresi, 199)
Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, sabiîler ve hıristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Maide Suresi, 69)
Şu ayet, ehl-i kitapla mücadelede izlenecek yolu ifade eder:
 "Onlardan zalim olanlar dışında, ehl-i kitapla en güzel bir şekilde mücadele edin. Ve şöyle deyin: Biz, hem bize indirilene, hem de size indirilene iman ettik. Bizim de, sizin de İlahımız birdir. Ve biz, yalnız O'na teslim olmuş kimseleriz." (Ankebut suresi, 46)
Bu ayette, ehl-i kitap, iki kısımda mütaala edilmektedir:
1. Zalim olanlar.
2. İnsaflı olanlar.
İnsaflı olanlarla en güzel bir şekilde mücadele yapılması emredilir. Bu tarz yaklaşım, onları İslam'a çekecek, İslam'a girmekte zorlanmayacaklardır. Çünkü, İslam'a girdikleri zaman Hz. Musa (as)'ı, Hz. İsa (as)'ı reddetmeleri gerekmiyor... Böylece, son peygamberin dinine uyacaklar ve tahrif edilmiş bir dinin mensubu olmaktan kurtulacaklardır.
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. (Mümtehine Suresi, 8)
Ehl-i Kitap'la ilişki
Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü'minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır. (Maide Suresi, 5)
Ehl-i Kitap'la ilgili ayetlerden, Allah adını anarak kestikleri hayvanların, avladıkları avların ve İçinde haram nesne bulunmayan yiyeceklerinin müslümanlara helal olduğu anlaşılmaktadır. İslam'da, ehl-i kitaba yemek yedirmek ve onların yiyeceklerini yeme izni verilerek karşılıklı alış-veriş helal kılınmış, fakat nikah hususunda yalnız müslümanlarm ehl-İ ki­taptan nikah İle kadın almaları helal kılınmış, müslüman kadınların ehl-i kitaptan birisiyle evlenmesine ise asla izin verilmemiştir. (An­cak bazı İslam alimleri ehl-i kitaptan olan kadınlarla evlenmenin mekruh olduğu görüşündedirler). Bundan başka genel olarak, onların yiyeceklerini yerken veya kadınlarıyla evlenirken kişinin imanını tehlikeye düşürmekten ve irtidad tehlikesine düşmekten son derece sakınılması gerektiği de belirtilmiştir. Ehl-İ kitap dışında bulunan Mecusiler hakkında ise Hz.Muhammed (s.) şöyle buyurmuştur:
"Kadınlarını nikahlamamak ve kestiklerini yememek şartıyla Mecusîlere ehl-İ kitap muamelesi yapınız".
"Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Allah zalim topluluğa hidayet etmez." (Maide suresi, 51) ayeti, onlarla diyaloga ve beşeri ilişkilere mani değildir. Nitekim, ehl-i Kitaptan kız almak, Kur'an'ın hükmüyle sabit bir vakıadır. (Maide suresi,5).
Hamdi Yazır, üstteki ayetle ilgili şöyle der: Müminler, Yahudi ve Hristiyanlara iyilik etmekten, dostluk yapmaktan, onlara idareci olmaktan men edilmemiş; onları veli ittihaz eylemekten, yardaklık etmekten nehiy edilmişlerdir. Çünkü onlar, müminlere yar olmazlar. (6)
Meseleyi şu şekilde özetlemek mümkündür: Onlarla beşeri ilişkilerde bulunmak ayrı, onların din-örf ve adetlerine hayran kalmak ayrıdır. Birincisi Kur'an'ın nehyine dahil değilken, ikincisi kesinlikle yasaklanmıştır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) Medîne'ye hicret ettiklerinde burada yahûdîler, Yemen vb. uzak çevrede de hıristiyanlar vardı. İlk İslâm devleti olan Medîne devleti anayasasında yahûdîlere de yer verilmiş, onlar teb'anın bir parçası olarak kabûl edilmiş, devletin himayesi altına alınmış ve kendilerine adlî muhtariyet ve din hürriyeti bahşedilmiştir. Husûsi hukuk ve sosyal ilişkiler sahasında da Rasûlullah'ın (s.a.v.) ve ashâbının sonrası için örnek teşkil eden davranış ve tasarrufları vardır. Ehl-i kitap ile evlenilmiş (kızları ve kadınları ile müslümanlar evlenmiş), iş ortaklığı kurulmuş, kendilerinden kredi alınmış, komşuluk haklarına riâyet edilmiştir. Bu vesile ile Hz. Peygamber'in (s.a.v.), Necrân hıristiyanlarının şahsında bütün kitaplı gayr-i müslimlere hitaben yazdırdığı andlaşma metnini vermekte fayda görüyorum. Bu metin, gayr-i müslimlere verilen düşünce ve vicdan hürriyetinin muhtevâ ve sınırlarına ışık tutmaktadır: ".... Hiçbir din adamının görevi, râhibin ruhbanlığı değiştirilmeyecek, kimse seyahatten menedilmeyecek, mâbetleri yıkılmayacak, binaları İslâm mescidlerine veya müslümanların binâlarına katılmayacaktır. Kim bunları yaparsa Allah'ın ahdini bozmuş, Rasûlüne (s.a.v.) karşı durmuş ve Allah'ın verdiği emandan yüz çevirmiş olacaktır... Papazlardan, din adamlarından, kendilerini ibâdete vermiş kişilerden, keşişlerden, tenha yerlerde ve dağ başlarında ibâdetle meşgul olanlardan cizye ve harâç (vergi) alınmayacaktır... hıristiyan dînini benimsemiş bulunan hiçbir kimse müslüman olması için zorlanmayacaktır; '..... ehl-i kitâb ile ancak güzellik yoluyla mücadele ediniz.' Onlar nerede olurlarsa olsunlar kendilerine merhamet kanatları gerilecek, kimsenin onları incitmesine izin verilmeyecektir.... Bir hıristiyan kadın kendi isteği ile bir müslüman erkeğin yanında bulunursa (onunla evlenirse) müslüman koca onun hıristiyanlığına râzı olacak, kendi büyüklerine uyma ve dîni görevlerini yerine getirme konusundaki arzularına uyacak ve onu bunlardan menetmeyecektir. Kim buna uymaz ve kadını dîni konusunda sıkıştırır, baskı altında tutarsa Allah'ın ahdine, Rasûlünün (s.a.v.) andlaşmasına karşı çıkmış olur ve o kişi Allah nezdinde 'yalancılardan' biridir. "Eğer onlar (hıristiyanlar) kilise ve manastırlarını tamir, yahut başka bir din ve dünya işinde müslümanların yardımına muhtaç olurlarsa müslümanlar onlara yardımda bulunacak ve bu onları borç altına sokmayacaktır; yardım, dînî bir ihtiyaçlarından dolayı onları destekleme, Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ahdine vefâ, onlara bağış ve Allah'ın bir lûtfu olarak yapılacaktır..."39 Bu andlaşma Rasûlullah'ın (s.a.v.) halîfeleri tarafından teyid edilmiş; yalnızca İslâm ülkesinin istiklal ve bütünlüğünü, İslâm toplumunun izzet ve düzenini koruyacak bazı ekler getirilmiştir.40 Müslümanın her davranış ve ilişkisinin ya dünyaya, yahut da âhirete bir faydası olmalıdır. Ehl-i kitap ile ilişkilerde dikkat edilecek nokta da budur: Ya âhirete faydası olmak, yahut da bu faydayı zedelememek şartıyle dünya hayatına bir fayda getirmek. Dünya hayatına fayda onlar ile ticarî ve iktisâdî ilişkilere girmek, gerekli bilim ve teknolojiyi transfer etmek suretiyle gerçekleşir. Uhrevî fayda ise, kâfirler ile kurulan sosyal ilişkilerde onlara örnek olmayı, İslâm'ı yaşayarak göstermeyi ve tebliğ etmeyi hedeflemek sûretiyle elde edilir. Bu yoldan bir kâfirin İslâm ile müşerref olmasını sağlamak, dünyanın servetine denk bir kazanç sağlamak ve ibâdet yapmak demektir. Müslümanın kâfirden alacağı hiçbir inanç, ahlâk, adâb, âdet, nizam... yoktur.
"Ehl-i Kitap'a bir şey sormayınız. Çünkü onlar sapıtmış oldukları için sizi hidayete eriştiremezler. Eğer siz böyle yaparsanız, ya batıl sözü doğrular ya da doğru bir sözü yalanlamış olursunuz. Allah'a yemin olsun ki, eğer Musa bile hayatta olsaydı O'nun bile bana tâbi olmaktan başka yapacağı bir şey yoktu".
 Bu konularda bir bozulma ve gerileme varsa, bunların telâfisi yeniden İslâm'a dönmek, İslâm ile aramızdaki mesafeyi kapatmak suretiyle olacaktır. Eğer ehl-i kitap ile ilişkiler âhirete ait faydayı; yani kulluğu, ibâdet ve ubûdiyeti zedeliyor, bu sâhaya zarar veriyor ise -zarûrî olanlar dışında- hiçbir ilişkiye girilmez. İlişkilerin asıl gâyesi tebliğdir, İslâm'ı anlatmak ve tanıtmaktır. Bu sayede ehl-i kitap, kitaplarının aslına dönecek, bunu Kur'ân-ı Kerîm'de bozulmamış olarak bulacak, semâvî dinlerin genel adı olan İslâm ile müşerref olacaktır.
Ancak, vahyin indiği dönemlerdeki ehl-i kitab'la kastedilen Yahudi ve Hıristiyanlarla, onu izleyen asırlardan günümüze kadar gelen Yahudi ve Hıristiyanların aynı inançları paylaşıp paylaşmadığı bir tartışma konusudur. Tahrif edilmiş de olsalar, Hıristiyan ve Yahudilerin Tevrat ve İncil'e bakışları eskiye oranla çağımızda oldukça değişmiştir. Herşeyden önce özellikle Hıristiyanlık ve İncil, Sekülerizmin baskısı altında kalarak seküler (laik) bir yoruma tabi tutulmuştur. Bu durumda, çağımızdaki Yahudilik ve Hıristiyanlığın (veya Ehl-i Kitab'ın) İslam'ın indiği zamanlardaki tahrif edilmiş İncille aynı sayılamayacağı ortadadır.
Kur'ân-ı Kerîm, nüzûlü sırasında mevcut ehl-i kitabın özelliklerinden, inanç, âdet ve ibâdetlerinden bahsetmektedir. Bunlar arasında onların tevhidden saptıkları, kitaplarını değiştirdikleri, helâl-haram çizgisine riâyet etmedikleri... zikredilmektedir. Bu vasıfta olan kimselere Kur'ân-ı Kerîm ehl-i kitap dediğine göre, aynı çizgiyi devam ettiren yahûdî ve hıristiyanlara bugün de ehl-i kitap demek, onları ehl-i kitap olarak kabûl etmek gerekecektir.
Kur'ân-ı Kerîm'de: "Allah, üçten birisidir diyenler şüphesiz kâfir olmuşlardır..."33;
"Allah, Meryem o
ğlu Mesîh'tir diyenler şüphesiz kâfir olmuşlardır"34; "Yahûdîler, Uzeyr Allah'ın oğludur dediler; hıristiyanlar da Mesîh Allah'ın oğludur dediler. "De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî peygamber olan Rasûlüne -ki o, Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulasınız." buyurulmaktadır.
"Ümmetimden veya Yahudilerden ya da Hıristiyanlardan her kim Benim peygamber olduğumu işitir de Bana iman etmezse o kişi cennete giremeyecektir".
a- Ahmed bin Hanbel, Müsned, IV. 396 b- Tefsirü'l Kur'an'il Azim, II. 266.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder